Sağımızın solumuzun, önümüzün arkamızın süperkahraman filmleriyle ve dizileriyle dolu olduğu şu günler de bir yeni iş de Amazon‘dan geldi. Temmuz ayında, The Boys isimli bir çizgi roman uyarlaması yayınladılar. Ben çizgi romanını okumadığım için neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. diziyle ilgili olarak sadece diğer çizgi roman uyarlamalarına benzemeyeceğini ve sert olacağını okumuştum. Aklıma Legion gelmişti, o da sağlam ve özellikle psikolojik olarak sert bir uyarlamaydı. Sonra Punisher da baya sert bir uyarlamaydı. İzlediğimiz sezonlarda Frank Castle‘ı kim durdurabildi? Acaba onlar gibi bir sertlikten mi bahsediyor diye düşünürken daha ilk sahnede mideme yumruğu indirdi The Boys!
-Buradan sonrası spoiler içerir-
Dizinin bazı sahnelerini gerçekten rahatsız edici bulmuş olabilirim. Ama onların derdi de bu. Nasıl hissettiğinizle ilgilenmiyorlar ve bu nedenle tam da güzel noktalara “parmak basıyorlar”. Erin Moriarty’nin karakteri “Starlight“ın daha ilk karşılaşmalarında Chase Crowford’un karakteri “The Deep” tarafından zorlandığı/tecavüze uğradığı sahneyi ya da The Deep‘in tecavüze uğradığı sahneyi izlerken kendisini rahat hisseden kimsenin olmadığını düşünüyorum. Ya da daha ilk sekansta, “A-Train” karakterinin Hughie Campbell karakterinin sevgilisinin kelimenin tam anlamıyla “içinden geçtiği” sahnede gözlerini çevirmeden ya da yüzünü ekşitmeden izleyebilen birinin olduğuna inanmıyorum. “Galiba kızın dişlerinden birini yuttum” ne demek! ABV A-Train!
Neyse, ilk paragraftan da anlayacağınız üzere hikaye, bizim alıştığımız gibi bir süper kahraman hikayesi değil. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Evet süper gücü olan insanlar var ama onlara büyük oyunları için politikacılar, prcılar ve menajerler “üretiyor”. Bir serum verip, bu insanları süper güçlü yapıyorlar. Tabii bu bir sır. Halk bu güçlerin “Tanrı vergisi” olduğuna inanıyor ve süper kahramanlarına güveniyor. Ancak işin gerçeği ve bu süper kahramanların “yapım aşaması” düşünülenden çok daha farklı.
Bu gerçeğin koruyucuları olan süper kahramanların oluşturduğu adı “Seven” olan bir grup hikayemizin tam da orta yerinde duruyor. Bu “Avengers” ve “Justice League” benzeri grup, “Captain America” ve “Superman” karışımı güçlere sahip olan “Homelander” tarafından yönetiliyor. Güçleri benzese de karakteri asla bu ikiliye benzemiyor, bunu da belirtmeden geçmeyelim. Homelander‘ın da hesap verdiği üstleri, prcıları, patronları var. Çok büyük bir devlet komplosunun tam ortasında duran bu lider ve ekibinin göründüklerinden ne kadar farklı olduklarını da izlerken anlıyorsunuz.
Ne kadar farklıdan kastım bir çoğunun iğrenç insanlar oluşu aslında =) Homelander tamamen şöhret budalası bir narsist, Deep bir tecavüzcü, A-Train bir müptezel. İnsan asla kahramanıyla tanışmamalı diyorlar ya, Hughie’nin kahramanı da A-Train. Evi onun posterleri ve figürleri ile dolu. Neyse.. Aralarında aklı başında bir ekibe yeni katılan Starlight var, bir de sonlara doğru Queen Maave biraz yola geliyor diyebilirim. Black Noir tam bir muamma, bu sezon onu pek tanıma fırsatı bulamadık. Translucent ile muhabbetimiz de kısa sürdü. Ama onun da pisliğin teki olduğunu düşündürecek sahneler izledik elbette. İğrenç bir sistemin doğurduğu süper kahramanlar da kendileri kadar iğrenç olur tabii! Bunu unutmamamız lazım…
Durumlar böyle olunca bundan zarar gören insanların olmaması imkansız hale geliyor, değil mi? Bu kadar başına buyruk ve kompleksli bir ekibin, birinin canını yakmaması mümkün mü? Dizinin en başında gördüğümüz Hughie karakteri zarar gören insanlardan yalnızca biri. Ona, o korkunç olaydan sonra The Butcher lakaplı Billy Buthcer‘ın yardım eli uzatması (belki de Billy’nin Hughie’den yardım eli alması diyebiliriz) çok da uzun sürmüyor. Butcher‘ın hikayesini ya da Seven‘a karşı kurduğu Boys ekibinin maceralarını anlatıp da sürprizini kaçırmak istemiyorum. The Boys’a bir şans verin derim ben.
Funda'nın Harikalar Diyarı 
One thought on “The Boys 1. Sezon İncelemesi”