Depresifliği, hırçınlığı haftaiçine bırakmaya karar verip geldim 🙂
Madem Prime Video dedim yolunu gösterdim bari gideceğiniz yerlerden bazıları için size yolda eşlik de edeyim 🙂 Malum haftasonu karantinasında evdeyiz, tavsiyeye ihtiyacı olan varsa işine yarar belki. Prime Videonun kalbimi nasıl şenlendirdiğini okumak isterseniz buraya tıklayarak geçen haftaki yazıma ulaşabilirsiniz. İstemezseniz hadi devam edelim 😀
Prime Video’da hem eski hem de yeni bir çok yapımı bulabilirsiniz. Ayrıca Amazon’un orijinal yapımlarından da istediğinizi izleyebilirsiniz. Tabii bağlandığınız ülkeye göre içerikler değişiyor ama nereden bağlanırsanız bağlanın genel olarak istediğiniz her türün en iyilerini bulabileceğinizden eminim. Türkiye için en çok duyduğum sorun Türkçe dublajın ve Türkçe altyazının pek az olması. Eğer yabancı dille bir sorununuz yoksa bu iki sorun da sizi etkilemeyecektir. Kendi adıma oldum olası dublajdan hiç hoşlanmadığımı söyleyebilirim. Bir yapımın gerçek duygusu onun orijinal dilinde saklıdır diye düşünürüm. O yüzden bu sorun beni de pek etkilemiyor.
Ergenlik dönemimden Buffy the Vampire Slayer’ı, Battlestar Galactica’yı ve Dawson’s Creek’i listeme şimdiden ekledim bile. Tüm dönemlerin en iddiasız ama en çok izlenen dizisi Seinfeld ile başta süper gidip sonra bir enkaza dönüşen Heroes’un da alıcısı çıkar belki aramızdan, onlardan da bahsetmeden geçmeyeyim. Tek tek tüm kataloğu saymaya başlamadan çok sevdiğim ve tavsiye edebileceğim dizilere geçiyorum:
7.) This Is Us

This is Us’a olan aşkım Amazon ile başlamadı elbette ama yeni bölümler için internetin ücra köşelerinde cirit atmak yerine belirli bir yerden izleyebiliyor olmak beni çok mutlu etti. Son iki sezondur izleyebilmek için deveye hendek atlattım diyebilirim. Neyse, This is Us oldukça güzel bir aile hikayesi. Gereksiz ve uzun dramalara yer vermiyor, aile ilişkileri, hikayeleri sıcacık. Çok üzücü hikayeleri oluyor ve bir çok bölümünü ağlayarak izlediğimi itiraf edebilirim ama ağlarken bile o aile sıcaklığını size buldurabiliyor. Gerçi 5. sezonun yeni bölümleri yayınlanmaya başladı ama ben hala 4. sezonu bitirmiş değilim. Umarım bu çizgiden çıkmamışlardır. Hikaye üçüz bebekleri olacak Jack ile Rebecca çiftinin üçüzlerin birini doğum esnasında kaybetmeleri ve şans eseri aynı hastaneye getirilen terkedilmiş bebek Randall’ı evlat edinmeleri ile başlıyor. Randal’ın siyahi olmasının dizinin en önemli plot noktalarından birini oluşturduğunu da belirteyim. This is Us için daha önce yazdığım en sevdiğim karakterler listesine ulaşmak için buraya -ki inanın şimdi yazsam Rebecca ile Randall’ın yerini kesinlikle değiştirim, o ne itici bir karakter haline geldi be!- genel incelemeye ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.
6.) American Gods

İşte tam “Ne izliyorum ben ya?” diye sorduracak bir dizi! Neil Gaiman’ın kitabından uyarlanmış olan bu dizi çok beklenildi, çok konuşuldu. Cast seçimi ayrı sorgulandı, hikayede olmayan karakterlerin diziye katılımı ayrı sorgulandı; sonuç olarak beğenenler ve beğenmeyenler olarak yine iki grup oluştu. Ben kitabını okumadığım için bu konuda bir fikir beyan edemiyorum. Ama orijinal hikayesini çok merak ettiğim için en yakın zamanda okuyacağımı düşünüyorum. (Tabi önce Napoli serisinin 3. ve 4. kitabını, yılbaşı için 2 ayrı kişiden hediye gelen kitaplarımı ve son sipariş ettiğim kitaplarımı bitirmem gerek :)) Peki kitabı okumadan diziyi izleyebilir miyiz? Elbette izleyebiliriz. Dizi uzun bir süre oldukça gizemli bir havada ilerliyor. Hırsızlıktan hapse giren Shadow Moon’un, hapisten çıktıktan sonra bir takım “tesadüfler” sonucu Mr. Wednesday ile tanışıp onun için çalışmaya başlamasıyla hikayeye giriş yapıyoruz. Kim, neyi, neden yapıyor, özelliği ne, kim tanrı kim değil uzunca bir süre sorgulayıp anlamaya çalışıyoruz. İlk sezon olabildiğince sembolik işlenmiş. Elbette çok bariz noktalar da var mesela biraz mitolojiye ilgiliniz varsa Mr. Wednesday’in kim olduğunu anlayabiliyorsunuz. Dizi ile ilgili ne desem spoiler sayılabilir, dediğim gibi çok da gizemli ilerliyor o yüzden Yunan ve Roma mitolojisi dışındaki mitolojilere ve fantastik anlatılara ilginiz varsa en azından ilk sezonu listenize ekleyebilirsiniz.
5.) Utopia

Öncelikle şunu söylemeliyim ki ben 2020 yapımı bu Utopia’yı izlemedim. 2014’te İngilizler tarafından üretilen orijinal Utopia’yı izlemiştim. Bu Utopia’nın Amazon tarafından yapılmış bir uyarlaması olduğunu görünce de hemen önermek istedim. Çünkü orijinal Utopia oldukça başarılı bir diziydi, hatta iptal edilmesinin ardındaki sebep olarak da bu başarısı ve etkili hikayesi gösterildi. Özellikle de bugünlerde tüm gündemimizi Corona, aşılar ve onlarla ile ilgili ortaya atılan milyonlarca komplo teorisi iken, Utopia’nın bu versiyonuna hatta mümkünse orijinal versiyonuna da bir göz atmanızı tavsiye ederim.
4.) The Boys

Ah The Boys! Ben ki yıllardır doğruluktan sapmamış, adeta ahlak timsali olmuş, müthiş vatansever süper kahramanları izlerken, ayarımı The Boys bozdu! The Boys’un asla bu saydıklarımla ilgili bir derdi yok. Aksine süper kahraman diye anılan süper güçlü tiplerin hepsi ahlaksız, bencil, açgözlü ve manipülatif tipler. Her hareketleri reklam kokuyor ve zararları yararlarından kat be kat fazla! Yine bir çizgiroman uyarlaması olan The Boys’un ilk sezonu ile ilgili yazdığım yazıya buraya tıklayarak ulaşabilir ve ikinci sezona başlamadan önce hatıralarınızı tazeleyebilirsiniz. İkinci sezon da bir çırpıda bitiyor tabii ama üçüncü sezonun da geleceğini söylersem belki bittiğinde duyacağınız acı azalır.
3.) Good Omens

David Tennant’ı özlemek diye bir şey var benim hayatımda. Bazı duygularımdan ancak onu izlediğimde özgürleşebiliyorum. Bir kaç tane böyle oyuncu var zaten benim için. Biri David Tennant diğeri de Robert Downey Jr. (Adamların başlıbaşına benim hayatımdaki yeri inanılmaz, o ayrı konu.) Oynadıkları her rol zamansız her rol etkileyici ❤ Good Omens de David Tennant’ın hanesine altın harflerle yazılan bir başarı olmuş. Her sahnesine bayıldım! Ayrıca Good Omens de American Gods gibi oldukça sembolik bir anlatıya sahip. Neden? Çünkü o da Neil Gaiman’ın bir kitabından uyarlama 🙂 Ancak Good Omens American Gods’tan binlerce kat daha güzel, keşke onun yeni sezonları olsa. 6 bölümlük bir mini dizi olan Good Omens hem castingi, hem yaratılan havası, hem de anlatılan hikayesi ile seyircisini de maceranın içine sokuyor. Sadece David Tennant değil Michael Sheen de rolüne cuk diye oturmuş, onlarla beraber oraya buraya siz de koşturup duruyorsunuz. Senaryonun iyi işlenmiş olmasının sayesinde her sahnede farklı bir ayrıntı var. Olaylar öyle güzel bir şekilde öyle güzel bir yere bağlanıyor ki.. Siz gelin bu haftasonu bunu izleyerek başlayın karantinanıza 😀
2.) FleaBag

Fleabag… Fleabag nasıl anlatılır bilemiyorum ama özellikle ikinci sezonu ve ikinci sezonun finali ile beni çok etkiledi, darmadağın etti. Bu diziden böyle bir performans beklemiyordum açıkçası. Gerçi bu dizinin en güzel tarafı, bize herhangi bir şey vermek gibi bir derdinin olmaması. Bir hikaye anlatıyor, 30larında yalnız ve hayatı konusunda nereye gideceği hakkında en ufak bir fikri olmayan bir kadını anlatıyor. Bu kadar aslında. Bizden bir şey istemiyor, bizden bir şey beklemiyor, bize sadece bunu anlatıyor. Gerisi bizim almak ve anlamlandırmak istediğimiz şeyler işte. Bildiğim kadarıyla dizi 2. sezonu ile bitti, yeni hikayeleri gelmeyecek zaten Fleabag de her güzel İngiliz dizisi gibi 6 bölümcük. Bir demede yenilip yutulacak hatta belki de tekrar tekrar izlenebilecek bir dizi (Yoo yoo Andrew Scott’u takıntı hale getirmedim, hayır :D)
1.) Tales From The Loop

Geldik listenin ve Amazon Prime’ın en baba dizisine. Ne zamandır böyle sürükleyici bir bilim-kurgu dizisi izlememiştim. Artık bilim-kurgu alanında en güzel hikayelerin kuzeyden geldiğini kabul edebilir miyiz? Dizi her ne kadar Amerikan yapımı olsa da dizinin uyarlandığı hikaye İsveçli sanatçı Simon Stålenhag’ın Tales From The Loop isimli kitabına ait. Dizide kullanılan teknolojik dünya onun çizimlerinden alınma. Keşke biz de biraz üretebilsek.. Neyse dikkatleri hemen üstümüzden alıyor ve hooop Tales From The Loop’a geri döndürüyorum. İlk sezon 8 bölümden oluşuyor ve birbirinden çok da bağımsız olmayan hikayeler anlatıyor. Hikayeler bağımsız ama mekan ve karakterler bağımlı diye düzelteyim burayı. Dizi hikayesini, bir kasabanın kalbi olan Loop, kasabadaki insanlar ve gerçekleşen olaylar üzerinden anlatıyor. Ben gerçekten çok sevdim. Bence zamanında Lost’u, Black Mirror’ı ve Dark’ı sevmiş olan Tales From The Loop’u da sever diye düşünüyorum.
Şimdilik benden bu kadar, hepinize iyi seyirler 🙂
fundaninharikalardiyari.com – © 2021 – Tüm Hakları Saklıdır.